Psikoterapi sürecine başvuran birçok kişi başvuru sebebi aslında hayatlarında “çok da büyük ve kötü bir olayın olmaması” ancak “sebepsiz yere” kendilerini mutsuz hissetmeleridir. Dünya üzerindeki hiç bir canlı kendisini “sebepsiz yere” mutsuz hissetmez, mutsuz hissetmesinin mutlaka bir sebebi vardır.
Nasıl ki bedenimiz “sebepsiz yere” hasta olmaz ve hastalıkların ortak en temel sebeplerinden biri bedensel ihtiyaçların düzgün ve gerektiği gibi karşılan(a)mamasıdır, aynı durum psikolojik sağlığımız için de geçerlidir. Duygusal ihtiyaçlarımız gerektiği şekilde karşılanmadığında psikolojik bir takım sıkıntılar yaşamaya başlarız.
Peki temel duygusal ihtiyaçlarımız nelerdir?
1. Güvenli bağlanma
Güvenli bağlanmanın temeli bebeklikte birincil bakım verenle kurulan ilişkide atılır. Bebek, birincil bakım vereni ile birlikteyken kendisini güvende ve emniyette hissederse, bakım vereninin kendi ihtiyaçlarını göreceğine ve karşılayacağına inanırsa, bakım vereni yanında olmadığında dahi onu bırakıp gitmediğini ve tekrar geleceğini bilirse güvenli bağlanma kurulmuş demektir. Tam tersi durumlarda, bebek bakım vereni yanında kendisini güvende ve emniyet hissetmiyorsa, bakım vereninin kendi ihtiyaçlarını göreceğine ve karşılayacağına inanmıyorsa, bakım vereni gittiğinde bir daha gelmeyeceğini düşünürse güvensiz bağlanma kurulmuş demektir. Güvensiz bağlanan bir bebek ya bakım vereni yanındayken ona yapışır ve gitmesini asla tolere edemez, ya da bakım verenini yok sayar ve bakım verenin yokuluğu da varlığı da bebek için bir olur.
Bu durum yetişkinlik yaşantısında çevremizdeki insanlarla kurduğumuz ilişki için de geçerlidir. Özellikle duygusal yatırımların yoğun olduğu romantik ilişkilerde eğer partnerler arasında güvensiz bir bağlanma varsa, partnerler birbirilerinin yokluğuna, birbirileri olmadan eğlenmeye/sosyalleşmeye, kendi alanlarında kendi ihtiyaçlarını gidermeye son derece toleranssız olurlar. Benzer bir durumda partnerlerden birinin kendisine zaman ayırma isteği ve/ya herhangi bir tartışma/anlaşmazlık sonucunda kendi alanında vakit geçirme ihtiyacı karşı taraf tarafından büyük bir reaksiyon ile karşılanır. Bu rekasiyon, ihtiyacı karşı tarafa vermemeyi, karşı taraf bunu talep etti diye onu cezalandırmayı ve suçlamayı içerebilir. Bu durum sonucunda partnerler kendilerinin güvende ve emniyette olduklarını, ihtiyaçlarının görülüp karşılanabileceğini hissedemezler ve güvenli bağlanma kurulmuş olmaz.
2. Duygu ve ihtiyaçların ifadesi
Duyguları hissedebilmek kadar, hissettiğimiz duyguları adlandırabilmek, anlamlandırabilmek ve bunları paylaşabilmek temel duygusal ihtiyaçlarımızdan biridir. Bu ihtiyacın giderilmesinde, duyguları ifade edenin üzerine düşen sorumluluk kadar ifade edilen bireyin bu duyguları nasıl karşıladığı da belirleyicidir. Örneğin “Bugün kendimi iyi hissetmiyorum” dediğinizde çevrenizdeki kişiler “Kötü hissedecek ne var ki hayatında her şey yolunda.” diyorsa sizinle empati kurulduğunu hissetmezsiniz. Benzer bir şekilde herhangi bir ilişkinizde rahatsızlık duyduğunuz bir durumla ilgili geribildirim verdiğinizde “Ne kadar da abartıyorsun” cevabını duyarsanız eleştirildiğinizi ve hatta duygularınızın/düşüncelerinizin değersizleştirildiğini hissedersiniz.
Bu ve bunun gibi duygularınızı ve ihtiyaçlarınızı dile getirdiğiniz konuşmalarda aldığınız cevap sizinle empatinin kurulması yerine duygu ve düşüncelerinizi değersizleştiren, eleştiren, küçümseyen ve/ya anlamayan bir tutum içerisindeyse susmayı öğrenirsiniz. Susmak ise duygu ve ihtiyaçlarınızı ifade etme ihtiyacınızın karşılanmasını bloke eder.
3. Otonomi
Otonomi, bir diğer adıyla özerklik, bireyin bağımsız bir şekilde hareket edebilmesini içerir. Bu hareket, gündelik yaşamda halledilmesi gereken ufak somut işler olabileceği gibi karar alabilme, kendi kendine duygusal olarak yetebilme, kendi fikirlerinin kendi için doğruluğunu yeterli bulma vb. gibi soyut durumları da içine alır. Sağlıklı bir yetişkin olabilmenin en temel özelliklerinden biri de bağımsız ve özerk bir birey olmaktır.
Ancak bizim toplumumuzda çekirdek ailenin korumacılığı ile başlayan bu süreç romantik partnerlerin korumacılığı ile devam edebilmektedir. Bireyinin kendi başına yapabilecekleri ve alabileceği kararlar bireye karşı “sorumluluk” ve bireyin “iyiliğini isteme” kılıfı altında bireye müdahale etmeye kadar gidebilmektedir. Bu durum, kişinin sağlıklı bir yetişkin birey olma yolunda doyurması gereken otonomi ihtiyacının baltalanmasına sebebiyet verebilir.
4. Spontanite ve eğlence
Sanılanın aksine spontanite (plansız bir şekilde bireyin ihtiyacı doğrultusunda hareket edebilmesi) ve eğlence birer “lüks” değil, sağlıklı bir yetişkin birey olmak için doyurulması gereken bir ihtiyaçtır. Eğlence kavramı kişiden kişiye göre değişebilir; örneğin bir birey için konsol oyunu oynamak eğlence ihtiyacını doyurabilecekken bir başkası için arkadaşları ile doğal akışında karar verilen bir organizasyon ihtiyacı doyurabilir.
Maalesef bizim toplumumuzda yine çekirdek aileden başlayan “sorumluluk” bilinci biraz abartılabilmekte ve kişilerin temel duygusal ihtiyaçlarından biri olan eğlencenin önüne geçebilmektedir. Bu durum erken dönem yaşantılarda okul, ödevler vb.nin eğlencenin önüne geçmesi ile ortaya çıkarken yetişkinlik yaşantısında gerek iş yoğunluğu gerekse de romantik partnerlerin kısıtlayıcılığı ile devam etmektedir. Günümüz modern yaşantısında tükenmişliğin en öncelikli sebeplerinden birisi de spontanite ve eğlence ihtiyacının karşılan(a)mıyor olmasıdır.
5. Gerçekçi sınırlar
Nasıl ki bir ülkenin sınırı başka bir ülkenin ordusu tarafından geçildiğinde diplomatik kriz çıkar veya pek de yakın olmadığınız bir kimse on santim yakınınıza girip sizinle konuşunca rahatsız olur ve geri çekilirsiniz, sınırlarınız ihlal edildiğinde de sıkışmışlık, kapana kısılmışlık hissedersiniz.
Yine bizim toplumumuzda maalesef en sık karşılaşılan durumlardan biri de diğerlerinin “iyiliğiniz” yararına sizin özdenetim alanınıza girerek istemediğiniz herhangi bir şey yapmasıdır. Bu durum, yalnızca sıkışmışlık ve kapana kısılmışlık hissettirmekle kalmaz aynı zamanda sağlıklı bir yetişkin birey olmak için gereken sınırlarınızın ihlal edilmesine sebep olur. Bunun sonucu olarak kaygı, depresif duygudurumu, düşük özgüven, özdeğersizlik ve özyetersizlik hissedilebilir.
Benzer bir şekilde sizin diğer bireylerin sınırlarını bil(e)memeniz ve onların “yararına” olacağını düşündüğünüz söylemler ve davranışlar da onların sınırlarını ihlal etmenize sebep olabilir. Burada psikolojik açıdan sıkıntı yaşayacak bireyler sadece karşınızdaki değil aynı zamanda sizsinizdir de. Öyle ki kendi yapabileceklerinizi bilmek de sizin sınırlarınızı oluşturur ve diğer bireyler üzerinde abartılmış bir yaptırım içerisine farkında olmadan veya olarak girmeye çalışmak yine gerçekçi sınırların ihlali anlamına gelir.
Yukarıda belirtilen bu duygusal ihtiyaçların her birinin lüks değil temel ihtiyaçlar olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim. Nasıl ki, bedeninizin temel ihtiyaçları arasında su içmek, yemek yemek, tuvalete çıkmak, cinsel ilişkiye girmek, uyumak vb. bulunuyorsa ve bunlardan biri veya bir kaçı sekteye uğradığında bedensel huzursuzluk hissediyorsanız aynı durum yukarıdaki duygusal ihtiyaçlar için de geçerlidir. Benzer bir şekilde nasıl ki susadığınızda yemek yemenin bir faydası olmuyorsa, duygusal ihtiyaçlardan biri de diğerinin yerine geçip “boş kalan” ihtiyacınızı doldurmaya yetmez. Örneğin; etrafınızda her türlü duygu ve düşüncenize empati gösteren bireylerin varlığı telefonunuzu karıştırıp kişisel alanınızı ihlal eden bireylerin varlığı ile dengelenmiş olmaz.
Psikoterapi sürecinin en temel amaçlarından birisi de bireye kendi duygusal ihtiyaçlarını fark ettirmek ve bu ihtiyaçların doyurulması için bireyi doğru kaynaklara yönlendirebilmektir. Unutmayın; eğer bu ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek kaynaklar yaşamınızda yoksa bu ihtiyaçlarınızı fark etmiş olmak pek de bir çözüm olmayabilir.