Hız şu anda her birimizin yaşantısını hem kolaylaştırıyor, hem de bir o kadar zorlaştırıyor. Hız sayesinde bir günde birden fazla iş halledebilir, birden fazla yerde olabilir, birden fazla kişiyle görüşebilir ve sosyalleşebilir hale geliyoruz. Modern yaşamın içerisindeki hız ve pratiklik bu kadar avantajının yanı sıra maalesef bizler için bir dezavantaj haline de geliyor.
Koştur koştur geçirdiğimiz dakikalar, saatler sonunda her birimiz “İnanmıyorum saat kaç olmuş!” derken kendimizi bulabiliyoruz. Aynı zamanda bir yerden bir yere yetişirken, bir programdan diğerine geçerken anda kalmayı başaramıyor ve bir sonraki adımı düşünerek sürekli zaman kontrolü yapıyor olabiliriz. Tabii ki her birimiz yoğun iş yaşantısının yanı sıra aynı zamanda sosyalleşmek, kendimize ve sevdiklerimize zaman ayırmak istiyoruz ancak uyanık kaldığımız kısıtlı zamanlarda (bu zamanların çoğunu işte geçiriyoruz) birden fazla şeyi “yeterince iyi” yapmaya çalışırken oldukça yoruluyoruz. Üstelik bu yorgunluk yalnızca bedensel değil, duygusal da oluyor. Tam da bu noktada tükenmişlik devreye girebiliyor.
Son zamanlarda oldukça gündemde olan tükenmişlik sendromu, sanılanın aksine hemen ve pat diye oluşmaz. Bu sendromun oluşabilmesi için bireyin belirli bir süredir duygusal ihtiyaçlarının (bu ihtiyaçların neler olduğuyla ilgili bilgi için bir diğer blog yazım “Duygusal İhtiyaçlarımız”ı okuyabilirsiniz) karşılanmamış olması gerekiyor. Bu sebeple, tükenmişliğin yavaş ve sinsi bir şekilde ilerlediğini söyleyebiliriz. Tükenmişlik sendromuna sahip olan bir bireyin enerjisi oldukça düşer, kendisini bitkin, mutsuz, sıkkın ve kapana kısılmış hisseder. Başarısızlık endişeleri, herhangi bir sorumluluğa tahammül edememe, özgüven düşüklüğü, ani öfke patlamaları, unutkanlık/dalgınlık görülebilir. Bunların yanı sıra, bedensel yorgunluk, baş ağrıları, uyku sorunları, yeterince dinlendiğini hissedememe, solunum güçlüğü, kalp çarpıntıları da tükenmişlik sendromunun bedensel belirtileri arasında yer alabilir. Tükenmişlik sendromunun en belirgin özelliği ise adı üzerinde bireyin kendisini oldukça tükenmiş hissetmesidir.
Tükenmişlik sendromunun sebepleri arasında yukarıda da belirttiğim gibi duygusal ihtiyaçlarımızın yeteri kadar ve düzenli bir şekilde karşılanmaması yer almaktadır. Birey, aşırı sorumluluk altında eziliyor ve ne kendisine ne de çevresine zaman ayıramıyor olabilir. Bununla birlikte yüklenilmiş fazla sorumluluklar (yalnızca iş/okul yaşantısındaki sorumluluklar değil, aynı zamanda toplumsal rollerin getirdiği sorumluluklar) bireyin sıkışmış, kapana kısılmış ve robotlaşmış gibi hissetmesine sebep olabilir. Her gün belirli bir ajandaya uyarak zaman yönetimi içerisinde bulunmaya çalışmak duygusal olduğu kadar zihinsel olarak da yorucudur. Birey, her şeyi yeterince iyi halletmeye çalışırken spontanite ve eğlence duygusal ihtiyacını ıskalıyor olabilir. Düşünsenize bir gününüzün içerisindeki her program bir diğerine bağlıysa ve birindeki aksaklık-kayma bir diğerini etkileyecekse, ne spontan ne de doğal akışında olabilirsiniz. Bu durumda otomatik olarak, temel bir duygusal ihtiyaç olan spontanlığın ketlenmesi anlamına gelir.
Spontanlığın etkilenmesine ek olarak, yapabileceklerimizden fazlasını yüklenmek de sınırlarımızı koruyamadığımız anlamına gelebilir. Kendi duygusal ve fiziksel sınırlarımıza sahip çıkabilmek, sınırlarımızı koruyabilmek ve sınır ihlali durumlarında buna izin vermemek de temel duygusal ihtiyaçlarımızdan birisidir. Eğer yapabileceklerimizden fazlasını üzerimize alırsak, kendi sınırlarımızı kolaylıkla esnetebilir ve sınırlarımızı koruyamayabiliriz. Örneğin; iş çıkışı arkadaşlarınızla belirli bir saatte yaptığınız bir program, işte mesai saatleri içerisinde halledemeyeceğinizden fazla sorumluluk yüklenmeniz ve bunları bitirememeniz sebebiyle rahatlıkla bozulabilir. Bu sınır ihlalleri aynı zamanda duygusal da olabilir. Yapmak istemediğiniz herhangi bir şeye sırf karşı tarafı mutlu ve tatmin etmek için “Evet” demeniz; kendi ihtiyaçlarınıza ve isteklerinize odaklanmanızı engeller ve bu da sizi tükenmişliğe rahatlıkla itebilir.
Bunlardan anlaşılabileceği gibi tükenmişlik sendromuyla baş edebilmenin altın kuralı aslında tükenmeden önce bazı şeylere “Dur” diyebilmektir. Bu “Dur” ihtarının altında ise temel duygusal ihtiyaçlarımızın, temel olduklarını önce kendimize kabul ettirmemiz gerekir. Bu ihtiyaçların birer “lüks” olmadığını, psikolojik olarak sağlıklı kalabilmemiz için bu ihtiyaçlarımızı doyurmamız gerektiğini özümsememiz gerekir. Duygusal ihtiyaçları karşılanabilir halde olan bir bireyin tükenmişlik sendromu yaşama ihtimali oldukça azdır.
Eğer bu sendroma yakalanmadan önce tedbir alamamış ve tükenmişlikten muzdarip bir hale geldiyseniz yine reçetemiz belli olacaktır: Duygusal ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek kaynaklara ve yaşam örüntüsüne geçebilmek. Bunun için yaşamınızda hali hazırda var olan kaynakların sizin ihtiyaçlarınızı ne denli karşılayabildiği, bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için gerek içsel gerekse dışsal olarak ne gibi revizyonlar yapmanız gerektiği ivedilikle bulunmalıdır. Bu farkındalık ve revizyon ise göründüğü kadar kolay olmayabilir; birey vazgeçmesi gereken durumlarla yüzleşmekten kaçınabilir veya yüzleşse dahi harekete geçmekte zorlanabilir. Bu tip durumlar bir ruh sağlığı çalışanından yardım almak gerekir.